26 Kasım 2008 Çarşamba

Eski Eser Yağması; Soygun, Hırsızlık, Kaçakçılık Olayları ve Bir Müze Soygunu /Ahmet Semih Tulay

Rıdvan GÖLCÜK

Müze bekçisine gece yaptığı denetimlerden dolayı bekçi tarafından savcılığa "canıma kast edecek" diye şikayet edilen; müzenin olmayan deposuna eserleri kaldırmadığı için suçlanan; gece bekçisi uyuyup müzeyi soydurdu diye hücreye konarak beş gün plastik sandalyede tutulan bir müzeci, bir arkeolog!

Tüm bu anlatımlardan onun bir Aziz Nesin öyküsü kahramanı- ya da mağduru- olduğu sanılabilir. Oysa, Ahmet Semih Tulay müdürlüğünü yaptığı sırada gerçekleşen Milet Müzesi soygunu ve sonrasını “Eski Eser Yağması: Soygun-Hırsızlık Kaçakçılık Olayları Ve Bir Müze Soygunu” adlı eseriyle kitaplaştıran emekli bir müzeci. Tulay kitabında soygun ve sonrasını ayrıntılarıyla anlatmakla kalmayıp; “Müze Nedir?”, “Türk Müzeciliği”, “Eski Eser Kaçakçılığı”, “Türkiye’ deki Müze Soygunlarının Nedenleri”, “Müze Soygun Yöntemleri” gibi başlıklar ile sorunları ve çözümleri bütünsel bir yaklaşım ile ortaya koymayı başarıyor. Meslektaşları, sorunsallar geçit resmi karşısında dertlenmeyi mesleğin bir parçası haline getirmiş, çözüm üretmeye yabancılaşmışken; Tulay bir aydın sorumluluğu ile önerilerini ortaya koyarak paylaştığı anıları ile toplum belleğine önemli bir katkıda bulunuyor.Tulay’ın ,"görevi başında şehit olan müze bekçilerimizin anısına” adadığı bu kitap okunmayı hak ediyor.


***

Kitap arkasından: Uygarlıklar beşiği yurdumuzun zengin arkeolojik alanları ile tarihi eserleri yüzyıllardır acımasızca yağmalanmıştır.Gerek definecilerin kaçak kazıları gerekse insanımızın eski eserleri ticari bir nesne olarak görmesi sonucu pek çok eserimiz de yurtdışına götürülmüştür.Günümüzde de süren bu tarihi eser talanının, gerekli önlemler alınmadığı takdirde gelecekte de devem edeceği görülmektedir.Son zamanlarda bu eski eser yağması, müze ve ören yerlerindeki hırsızlıklarla gittikçe genişlemiştir.Müze ve ören yerlerinde artan soygun olaylarının, büyük kentlerimizdeki çok iyi korunan müzelere, örneğin Topkapı Sarayı Müzesi'ne dahi sıçradığı izlenmektedir.

Eski Eser Yağması;
Soygun, Hırsızlık, Kaçakçılık Olayları ve Bir Müze Soygunu
Yazar: Ahmet Semih Tulay
Basım Yılı: 2007
Yayım Dili: Türkçe
Sayfa Sayısı: 136 sayfa
ISBN No: 978-9944-75-019-6
Yayıncı: Arkeoloji ve Sanat Yayınları

http://www.ideefixe.com/Kitap/tanim.asp?sid=P38QYXL1M73NOCXCMSS0

25 Kasım 2008 Salı

Obama, Özdemir ve Haydarpaşa

2008 yılının şapkadan çıkan tavşanı Barak Obama ! İcraatları "değişim" iddiasını sürdürebilir mi bilinmez ama, ten rengi ve kimliği vaadini çoktan gerçekleştirmiş görünüyor.
Henüz bu olayı hazmedememiştik ki, Avrupa Parlamentosu üyesi Cem Özdemir, Alman Birlik 90/Yeşiller Partisinin eşbaşkanlık görevine seçilerek, Federal Almanya Cumhuriyeti tarihinde ilk yabancı kökenli parti lideri oldu.
"Göçmen oldum, yürür oldum..."
Kenyalı bir babanın oğlu olan Obama ve Türk anne-babanın çocuğu Cem Özdemir, yaşadıkları ülkelerde bir ilki başararak, göçmenlik olgusunu yeniden gündeme getirdiler ve adeta baharın müjdecisi çiçekler oldular.
"Vatanımızda Almancı, Almanya de yabancı"
Göçmen veya göçmenler en az iki ülkeyi ilgilendirmektedirler. Biri geride bıraktıkları ülke, diğeri yerleşilen( göçmen için yerleşebilmek her ne kadar mümkünse ?) ülke. Göçmenler için iki farklı ülkeye ait olma duygusu beraberinde bir kimlik probleminide getiriyor. Doğduğun yer mi, doyduğun yer mi çelişkisinin yanıtı verilmiş gözükse de; tavuk mu yumurtadan çıkar yumurta mı tavuktan çıkar polemiği kadar zihinlerde bir çelişki yaratıyor. Yaşanılan bu kimlik sorunlarını aşmak için bir çok yöntem bulunmakla beraber, en önemli unsurlardan biri de göç tarihinin belgelenmesi.
Türk'ün göçle imtihanı
Tarih kitaplarında neredeyse "göç" sözcüğü ile "Türk" sözcüğü yan yana gelmezse bir eksiklik hissine kapılacağız. Yerin yurdun dar gelmesinden mi yoksa, Samanyolu'nda Dünya'yı yaşanılır bir yer görmemekten mi bilinmez yeni ufuklara yol alma serüvenimizin dur durak bilmediği pek açık.
Yakın zamanda yaşanılan bu göçlerden biri de 31 Ekim 1961 günü, Almanya'yla imzaladığımız göç anlaşması ile başladı. Şimdilerde ise yaklaşık 3 milyonu Almanya'da olmak üzere, altı milyon vatandaşımız dünyanın farklı bölgelerinde ikamet ediyor. Nüfusumuzun %8'i göçmen olarak yaşamasına rağmen ülkemizde hala bir göç müzesi yok !
Göç(men) müzeleri
Oysaki dünyada bu konuda oldukça güzel örnekler var. Örneğin ABD' deki "İmmigration Museum" bunlardan biri. Ellis Adası'nda yer alan bu müze göçmenlik tarihinin canlı izlerini taşıyor. Müzede yer alan göçmen kayıtları birçok insanın soy ağacına ulaşmasında fayda sağlamış.
Avustralya, Melbourne'deki Göçmen Müzesinde ise, 2007 yılında Türklerin bu ülkeye gelişlerinin 40. yıl kutlamaları yapılmış ve müzenin bir salonunda bu yolculuk fotoğraflar ile anlatılmış.
Fransa'nın başkenti Paris de 2006 yılında açılan göçmenlik müzesi "Ouai Branly", yıllardır yok sayılan göçmenlere bir jest olarak nitelenebileceği gibi, Müze müdürü Stephane Martin,in ifadesiyle; " Müze, Batı ile dünyanın diğer bölgeleri arasında bir köprü işlevi görüyor."
Bremerhaven
Göç müzeleri içindeki en iyi örnek ise Almaya da. Orjinal adı, "Deutsches Auswanderer Hous".
1830'da Avrupa'dan Amerika'ya göç edenler için çıkış noktası olarak Bremerhaven Limanı seçiliyor. Ve 1830-1974 arasında yaklaşık 150 yıl boyunca Avrupa'dan Amerika'ya göç eden, yedi milyon insanın "kader limanı" oluyor.
Mimar Andreas Heller'in göç tarihini belgelemek için müze kurulması fikri nihayet 2005 yılında hayat buluyor. 21 milyon avroya maledilen bu müzede, 150 yıllık dönemde ABD'ye göç etmiş yedi milyon insanın arşivi var. Herhangi bir göçmenin kartını çekerek onun göç hikayesini yaşayabiliyorsunuz. Evet yaşıyorsunuz çünkü burası interaktif bir müze. Yanı sıra hala ABD'ye göç etmek isteyenlere buradan yardım sağlanıyor.
Haydarpaşa Garı
Gar 1908'de İstanbul-Bağdat demiryolu hattının başlangıç istasyonu olarak inşa edilmiş. İnşaatı, Anadolu Bağdat adlı bir Alman şirketi gerçekleştiriyor. Ayrıca mimarlarıda Otto Ritter ve Helmuth Conu adlarında iki Alman.
İşte bu tarihi gar hizmete girdiği yıldan beri birçok hatırayı paylaşıyor istanbul'la ve ülke tarihiyle. Hikayenin yazıya konu olan kısmı ise 31 Ekim 1961'de başlıyor, Almanya'ya göçle beraber. Yarı beline kadar kompartmanın camından sarkmış, kalabalığın arasında seçmeye çalıştığı yakınına el sallayan; umut, korku, hayal ve kaygıyla dolu insanların öyküsü bu...
Tam da ülkede bir göç müzesinin olması gerektiğinden söz etmişken; her dönem göçün başlangıç noktası olan Haydarpaşa Garı; gerek mimarisi, gerek yolculuğun simgesi haline gelen trenleri gerekse de mevkii itibariyle bir göç müzesi için en iyi aday değil mi ? Hele hele yedi canavar gökdelenin kolları arasına atılması planlanırken !
2010 Trenini kaçımayalım!
Hazır 2010 yılında İstanbul ve Almanya'nın Essen Şehri "Avrupa Kültür Başkenti" seçilmişken; 2010 yılında İstanbul-Haydarpaşa Garı'ndan kalkan bir trenden, son durak olan Almanya'da inen Türk yetkililer, buradaki vatandaşlarımıza Haydarpaşa Garı'nın bir göç müzesine dönüştürüleceğini müjdeleseler, hatta bununla yetinmeyip bu projenin bir ayağının da Berlin'de kurulacak olan bir Türk göçmen müzesi ile tamamlanmasının daha anlamlı olacağı teklifini Alman yetkililere sunsalar; böylece yaklaşık 50 yıldır Almanya için ter döken, çeşitli sıkıntılara katlanan, içindeki yurt özlemini bir türlü dindiremeyen bu insanları, her şeyden önce iki ülke tarihinin bir dönemini aydınlatmış olmaz mıyız ?
Göçmenlerin "seçili liderler" ile dünya gündemine oturduğu bu dönemde, göç tarihimizin belgelenmesi, yaşatılması adına bir müze kurma fikri hayal mi sizce ? 2011 yılında Almanya' ya göçlerinin 50.yılını dolduracak vatadaşlarımız bunu hak etmiyor mu ?


Rıdvan GÖLCÜK

NOT: Bu yazı Radikal İki'nin 30.11.2008 tarihli sayısında yayınlanmıştır.
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=EklerDetay&ArticleID=910679&Date=03.12.2008&CategoryID=42